LAİKLİK
Türk ve yabancı bütün bilim adamları ****** inkılâbının en önemli
öğesi olarak laikliği kabul ederler. Gerçi Türk inkılâbı, içinde
taşıdığı ilkelerle bir bütündür. Ama bu bütünün dayandığı iki ana
temel, milliyetçilik ve laiklik, öteki ilkeleri sağlamlaştırır.
Laikliğin kısa tanımı, daha önce belirlenmişti. Yeniden özetleyecek
olursak, laiklik; devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine değil,
akla ve bilime dayandırılmasıdır.
Çok uzun bir zaman hemen hemen bütün insan toplulukları, dinlerin
koyduğu esaslara göre yönetilmişlerdir. Çünkü insanların akıl ve bilim
alanlarında olgunlaşması kolay olmamış, uzun bir zaman almıştır. Bu
dönemde insanlar, kendi akıl ve iradeleri dışında kalan birtakım güçler
tarafından yönetildiklerini kabul ederek rahatlamışlardır. Bu sebeple,
devletlerle özdeşleyen dinler ve din adamları, giderek büyük ölçüde
güçlenmiş, gelişen insan zekisinin önüne engeller koyarak varlıklarını
sürdürmeye çalışmışlardır.
Dinler, inanç kavramına dayanırlar, ister ilkel olsun, ister gelişmiş,
her dinin temeli belli varlıklara ve olgulara tartışmadan inanmaktır,
insanlar özellikle ölüm gibi en ürkütücü olay karşısında inanç
dünyalarını zenginleştirmiş, dinsiz yasayamaz duruma gelmişlerdir.
İnsanoğlunun evren ve ölüm karşısındaki çaresizliği, zengin inanç
sistemleri doğurmuştur. Bu çaresizliğe karşı tek sığınılacak yerin din
oluşu, dinlerin insanları yönetmesi sonucunu vermiştir, ilk zamanlar
için bu bir zorunluluktu. İnsanlar arasında düzen ve barışı sağlamak
için dinin buyruklarına ihtiyaç vardı. Ölümsüzlüğe erişmek isteyen
insanları, hayatta iyi davranışlara yönlendirmek için dinler hukuk
kuralları da koydular ve bu kuralların uygulanmasına titizlik
gösterdiler.
Özellikle ileri dinlerin koyduğu baş hukuk kuralları, aynı zamanda
evrensel ahlâkı da yansıtır. Hiçbir din, insanlara erdemsiz yaşamayı,
hırsızlığı, yalancılığı, zinayı, adam öldürmeyi buyurmaz. Tersine,
bütün dinler ahlâklı ve erdemli yaşamayı buyururlar. Dinler arasındaki
farklılıklar, Tanrı ve ibadet anlayışından kaynaklanmaktadır. Böylece
her din, tek ve üstün gerçeği temsil ettiğini ileri sürdüğünden dinler
arasında bir birlik görülmemektedir.
Çok ileri ve üstün bir din olan İslâmlık, kısa sürede inanç sistemini
birçok millete benimsetmiştîr. Hazreti Muhammed'in ölümünden sonra
Müslümanlık hızla gelişti. Büyük İslâm bilginleri, ilkçağın akılcı
filozoflarını yeniden gün ışığına çıkardılar, öyle ki, Batılı bilginler
bu filozofları Müslümanlardan öğrendiler. Müslümanlık bu akıl çağında
büyük aşamalar yaptı. Tanrının insanlara doğru yolu görmesi için akıl
verdiğini söyleyen bilginler, İslâm dininin ilerlemesinde büyük rol
oynamışlardır. Onları destekleyen halifeler de çıkmıştır. Böylece
Müslümanlık aşağı yukarı üç yüz yıl Tanrının gösterdiği yolda
gelişmiştir. Akla dayanan bu gelişme sırasında İslâm Hukuku da günlük
hayata uydurulmuştur. Ne yazık ki, bir süre sonra bu gelişme durdu,
İslâm dünyasında aklın yerini, tutucu ve durgun bir inanç kapladı. Bu
görüşün sahipleri, akıl yolu ile değil, sadece inançla yaşamak
gerektiğini savunuyorlardı. Bu görüş kısa sürede yaygınlaştı, İslâm
dini ve hukuku donup kaldı. Buna karşılık akıl yolunu Müslümanlardan
öğrenen Batılılar, bu esasları geliştirmekteydiler.
İşte Türkler Müslüman oldukları vakit, İslâm dünyasında durgunluk
başlamıştı. Türkler, üstün yetenekleriyle kısa sürede İslâm dünyasına
egemen oldular. Çok içten inandıkları Müslümanlığı Hıristiyanlara karşı
korudular, İslâmlığı Anadolu'ya ve Balkanlar'a yaydılar, ama onlar
güçlerinin doruğunda iken Batı'da da akıl çağı başlamıştı. Büyük
akılcılar, bir zamanlar Müslüman bilginlerin dedikleri gibi Tanrının
insanlara verdiği en büyük hazine olarak akılı gördüler. Böylece
Batı'da bilim ve hukuk akla dayandırılmaya başladı. Burada hemen şunu
belirtmekte yarar vardır: Bu büyük akılcı akıma karşı, orada da kilise
direnmiştir. Ancak bu direnme yeni mezheplerin (Protestanlık) doğmasına
yol açmıştır. Bu yüzden Hıristiyan dininin bir bütün olarak akılcılığa
karşı durması imkânı kalmadı. Kilise giderek yenilikleri kabul etmeye
başladı. Nihayet XVIII. yüzyıl sonunda çıkan Fransız İhtilâli ile
laiklik, devlet ve hukuk düzenine egemen oldu. Yani devlet, dinin
etkisinden arıtıldı. Ama ayna zamanda din özgürlüğü de kabul edilerek,
devletin vatandaşın vicdanına karışmayacağı, herkesin inancında serbest
olduğu esası konuldu.
Osmanlı Devleti'nin bu gelişmenin dışında kaldığını biliyoruz. ******
belki de İslâmlığın parlak çağına dönüş yaparak, zamana ve akla
uymayan, eskiyen hukuk kurallarını bir yana bırakarak devleti
laikleştirmiştir. Ama İslâmlığın inanç ve ibadete dayanan kurallarına
hiç dokunmamıştır.
****** kesinlikle dinsiz değildi. Şu sözleri söyleyen ******'ün
dinsiz olduğu, laiklikle dinsizliği getirdiği söylenebilir mi? :"Tanrı
birdir, büyüktür. Bizim dinimiz en makul (akla uygun) ve tabii (doğal)
bir dindir. Ve ancak bundan dolayı da son din olmuştur. Bir dinin tabii
olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması gerektir. Bizim dinimiz
bunlara tamamen uygundur... Ey millet, Allah birdir, sanı büyüktür.
Peygamberimiz, Efendimiz Cenabı Hak tarafından insanlara dinin
gerçeklerini bildirmeye memur ve elçi olmuştur... İnsanlara feyz ruhu
vermiş olan dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor. Bu sebeple
en mükemmel dindir... Varlık dünyasının bütün kanunlarını yapan Cenab-ı
Haktır... Dinime, gerçeğin kendisine nasıl inanıyorsam buna da öyle
inanıyorum". ****** bunlar gibi daha birçok söz söylemiştir.
******'ün akla uygun bir uygulama istediğini belirten şu sözleri, ne
derin anlamlar taşımaktadır: "Büyük dinimiz, çalışmayanın insanlıkla
ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler modern olmayı kâfir olmak
sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannı (düşünce)dır. Bu yanlış yorumu
yapanların amacı; İslamların kâfirlere tutsak olmasını istemek değil de
nedir?"
"Bizim dinimiz milletimize, düşkün, miskin ve hor görülmeyi tavsiye
etmez. Tam tersi, Allah da Peygamber de insanların ve milletlerin
yücelik ve şerefini korumalarını buyuruyor... Bizim dinimiz için
herkesin elinde bir miyar (ölçüt) vardır. Bu miyar ile hangi şeyin dine
uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki, akla,
mantığa, toplumun çıkarlarına uygundur, biliniz ki o, bizim dinimize de
uygundur, o şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uyduğu bir
din olmasaydı, en mükemmel ve en son din olmazdı".
Görülüyor ki, ****** bilgisiz ve çıkarcı kimselerin milleti din adına
sömürmesine karşıdır. O, devlete, hukuka ve bilime can verecek
kuralların akla, mantığa uygun olmasını istemektedir. ******, daha
1927 yılında dinin siyaset aracı olarak kullanılmasından doğacak
sakıncaları ve çıkar düşkünlerini şöyle anlatmıştır: "Masum halka beş
vakit namazdan başka, geceleri de namaz kılmayı vaaz etmek ve
öğütlemek, belki de ömründe hiç namaz kılmamış olan bir politikacı
tarafından vâki olursa, bu hareketin hedefi anlaşılmaz olur mu?"
******'ün yıllarca önce söylediği bu sözler ne kadar düşündürücüdür.
Laiklik devletin temeli olunca, akla dayanan uygulamalarla millet zaman
yitirmeden çalışma ve kalkınma imkânı bulur. Devlet vatandaşın inancına
karışamaz; daha Önce de belirtildiği gibi inançlar çeşitlidir. Herkesi
bir doğrultuda inanca zorlamak olmaz. Bu herşeyden önce demokrasiye
aykırıdır. Demokrasi, bir özgürlük rejimidir. Bu sebeple demokrasilerde
devletin tek bir dini vatandaşlara benimsetmeye çalışması düşünülemez.
Bu davranış demokrasi kavramına uymaz. Hem Kur'an "dinde zorlama
yoktur" diyor. Bundan başka Kur'an ve Hazreti Muhammed devlet
yönetiminde akla dayanılmasını isteyen pek çok buyruklar vermiştir.
Demek ki, laiklik vatandaş inancının en sağlam güvencesi oluyor. İnanç
özgürlüğü devletçe sağlanıyor. Herkes inancında ve ibadetinde
serbesttir. Laikliği, resmi politikası dinsizlik olan rejimlerden
kesinlikle ayrı tutmak gerekir. O tür rejimlerde devlet dine karşıdır.
Vatandaşın dinsiz olarak yetişmesi için gereken her türlü tedbiri alır.
******çü laiklikte ise, devlet işlerine karıştırılmaması koşulu ile
tam bir din ve inanç özgürlüğü vardır.
Türk Devleti aynı zamanda nüfusumuzun yüzde doksan beşinden fazlasının
inanç sahibi Müslüman olduğu gerçeğini de görmüştür. Müslümanların
inanç ve ibadet hizmetlerini devlet yüklenmiştir. Din eğitim ve
öğretimi yapan kurumlar açılmış, buralarda ******çü, aydın, akılcı,
laik din adamları yetiştirmeye hız verilmiştir. Hiçbir dönemde
Anadolu'da Cumhuriyet dönemindeki kadar cami yapılmamıştır.
Türk milleti ve Devleti varlığını ancak inanç özgürlüğü içinde, çağın
gereği olan akıl ve bilim kavramlarının yolunda, insancıl bir laikliği
benimseyerek sürdürebilir. Geriye dönüş mümkün değildir. Böyle bir
tutum zamana ayak uyduramamak, çağın dışında kalmak olur.
--------------------------------------------------------------------------------
******'ün Laiklik ile İlgili Bazı Sözleri
Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün
yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti demektir. (1930)
Laiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle
mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını
temin etmiştir. (1930)
Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta
serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı
değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle
karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden
sakınıyoruz. (1926)